Telefonda mesajlarla başlayan bir ilişkiydi onlarınki. Hiç seslerini duymadan ve birbirlerini bile görmeden tam 3 ay boyunca mesajlaşmışlardı sadece.
Bir ortak arkadaşın sayesinde başlamıştı her şey. İki arkadaş aynı işyerinde çalışıyordu. Esas oğlan da arkadaşının eşinin asker arkadaşıydı ve sürekli mesajlaşıyorlardı. Ve arkadaşı sürekli olarak bu esas oğlandan bahsediyordu.
Derken bir gün kız bu arkadaşlarını ne kadar merak ettiğini söyledi ve mesajların yönü birden değişip kıza gelmeye başladı. İşte ne olduysa o zaman oldu ve tam 3 ay süren bir mesaj trafiği başladı.
Birbirlerini merak etmeye başladılar artık. Her şey öylesine gizemli gelişiyordu ki. Birbirleri hakkında tek bildikleri arkadaşlarının anlattıkları idi.
Günlerden bir gün bu esas oğlan Antalya’dan İzmir’e çıkıp geldi. Ve o beklenen an… Inının ınının… Karşılaşma anı, ilk görüşme.
Kızın ayakları titriyordu, kapıyı açtı. Karşısında iki genç erkek acaba hangisiydi? Kalbi duracaktı sanki. Koridorda yürürken heyecandan ayağı kaymış düşmüştü hatta.
Bu arada bu olaylar arkadaşlarının evlerinde geçiyordu. Bizim esas oğlan yanında gelirken bir de başka arkadaşını getirmişti. Kız bunları görünce ilk etapta hangisi olduğunu şaşırdı. Tabi ki tanıştırılana kadar.
Muhabbet ortamı güzeldi, espiriler, kahkahalar havada uçuyordu. Samimi bir sohbet ortamı doğmuştu bir anda. Arkadaşları ikisini de rahatlatmıştı.
Aslında kız oğlanı hiç beğenmemişti ilk görüşte. Ama öyle sempatik tavırları vardı ki etkilenmişti.
O gün öyle güzel geçti ve geceyi arkadaşlarında geçirdiler. Sabah olduğunda ise ikisi de erkenden uyanmıştı. Birer kahve içip arkadaşlarının kalkmasını beklediler.
Yine muhabbetle geçen bir kahvaltı. Ama her nedense ikisinin de birbirleriyle ilgili hiçbir söz çıkmıyordu ağızlarından. Hatta bir ara yanlız kaldılar ama yok yani. Sanki o aşk, sevgi dolu mesajları birbirlerini yazan onlar değillerdi.
Kız için illaki bir ilişki başlayıp, sürecek diye bir şey yoktu. Hem bakalım oğlan kızı beğenmiş miydi sanki. Ama güzel bir gün geçirmişlerdi yine de. Her şey bu kadar olabilir ya da arkadaş olarak kalabilirlerdi de.
O gün ikisi de ayrılacaklardı. Oğlan Antalya’ya geri dönecekti. Vedalaştılar, hiç kimse bilmiyordu ne olacağını. Ama her şey başladığı gibi devam etti ve büyük bir aşk doğdu. Sadece telefonda ve mektuplarla süren bir aşk. Sadece 3-4 ayda bir ve bir gün yüzyüze görüşülen bir aşk.
Günümüz aşklarından çok uzak. Hiç kimse inanmıyordu onlara. Bir gün biteceğini sanıyorlardı. Oysa aradan geçen bir 3 ayın sonunda bir evlilik teklifi almıştı kız. Sonra gelen bir 8 ay daha ve nişan.
Bu arada oğlan polislik sınavlarına girmişti babasının zoruyla ve kazanmıştı da. Trabzon’da 2 yıl süren bir okul ayrılığı ve beklemek. Kızın kaderiydi bu. Hep ayrılık, hep bir özlem. Ama kendisi de böyle istemiyor muydu zaten? Hep demez miydi ”Ben sevgilimle her dakika beraber olmak istemem” diye. ”Sevmem öyle vıcık vıcık ilişkileri” diye.
İşte Allah da kabul etmişti dualarını, ama bu kadarı da fazlaydı. Gelen her mektubu açarken her uzvu titrerdi heyecandan. İşyerinde herkesin alay konusu olurdu.
”Evet, dokunmayın, transa geçti yine” diye. Ama o mektuplar onun sevgilisiyle tek buluşma noktasıydı. Tabi bir de sabahlara kadar süren telefon konuşmaları.
Hala daha aralarında espri konusudur. ”O telefon faturalarına ödediğimiz paraları biriktirseydik belki bir ev sahibi olurduk” diye.
Okul sonu mu? Okul bitti ve düğün, ev, kısa bir süre sonra gelen bir çocuk. Şimdi ise güzel, mutlu bir yuva....