Her ne kadar olayı dramatize etmemeye çabalıyor olsam da, ortada bir gerçek var ve bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez: ben yara aldım, epey bir hem de.
İnsanların zamanla duygularında bir takım değişiklikler olabilir, bu kabul edilebilir bir şeydir. İnsanı çok da üzer, hele ki kendi duyguları tazeliğini koruyorken değişim karşı tarafta yaşanıyorsa, daha da çok üzer.
Fakat yara almak başka bir şey ve bu yarayı yara yapan, sızlatıp sızlatıp duran neden duygularda yaşanan değişim değildir.
Yarayı yara yapan şey ortada bir duygunun dahi olmamasıdır, öyle olduğunu sanıyorken ve bu sevgi insanı çepeçevre sarmalamışken aslında ortada sevgi falan olmadığını öğrenmiş olmanın sonucunda birdenbire tüm giysilerinden soyulmuşçasına ortada çırılçıplak kalmış olmaktır.
Bir insanın can sıkıntısını sevgi olarak algılamış olduğunu idrak etmiş olmaktır yara almak.
Duygu ve düşüncelerini asla dikkate almayan, önemsemeyen bir insanı sevmiş olmak ve bu türlü davranıyor olmasının - safça, aptalca, salakça - onun kişiliğinin bir parçası olduğunu düşünmektir yara almak.
Kendine şöyle bir dönüp baktığında, muhasebe yaptığında aslında tek hatanın inanmak olduğunu görmektir yara almak. Gerçi “Seni seviyorum” diyen bir insana, “hangi sevgi dilinde peki” diye sormayı akıl edecek kaç tane kadın veya kaç tane erkek vardır bilmiyorum.
Bir insanı demir alma vaktine kadar sığınılacak bir liman olarak görmek hangi vicdana sığar, bir insan bu hakkı kendinde nasıl görür bunu da bilmiyorum. Her şeyi düşünebilen bir insanın “ben bunu hiç düşünmedim” demesi neyle açıklanabilir onu da bilmiyorum.
O insan sevgi ve güvenden oluşturduğu bir ilişki içerisindeyken, senin kolayına kimselere güvenemeyecek, inanamayacak olman, güvensizliği belki de bunu hiç hak etmeyen bir insana gösterecek olman, ister istemez şimdi herkesi aynı kefeye koyman sonucu bir sevginin doğmadan ölmesine izin verecek olma ihtimalindir yara almak
Bir insanın “gülüşü’nün açtığı yara” kolay kapanır da bu tür bir yara nasıl kapanır, bunu hiç mi hiç bilmiyorum.